François Noudelmann’ın kaleme aldığı ‘Bambaşka Bir Sartre’, Şehsuvar Aktaş çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Noudelmann kitapta, Jean Paul-Sartre’ın manevi kızında bulunan şahsi arşivinden ve kendisiyle yaptığı görüşmelerden hareketle bir başka Sartre portresi çiziyor.
Kitap, yayımlanmamış mektuplar, ses-film kayıtları ve notlardan oluşan bu arşivin izinde Sartre’ın yüzeysel bir turist olmayı sevdiğini, gönlünün çokeşliliğe meylettiğini, angaje yazar kimliğinin üzerine yapışmasından rahatsız olduğunu, müzikle olan ilişkisini ve depresif anlarını ortaya çıkarıyor.
François Noudelmann ile ‘Bambaşka Bir Sartre’ı konuştuk.
Ulaş Bager Aldemir: Biyografik bir çalışma ne ölçüde nesnel olabilir? Örneğin çeşitli mektuplara referans veriyorsunuz. Bu mektuplarda Sartre’ın samimi olduğuna dair güvencemiz nedir?
Tarihsel nesnelliği sağlamak asla mümkün değildir. Fakat bir biyografi yazarı, kaynaklara riayet etmek de dahil olmak üzere objektif kurallara saygı göstermelidir. Kesinlikle hayal ürünü bilgi üretmemeli, bilgilere karşıt referanslar vermemeli ya da arşivleri çoğaltmamalıdır. Sartre’ın yazışmalarına nasıl güvenebiliriz? Benim yararlandığım binlerce mektup, yayınlanmamış olsa bile doğrulanmıştır. Onları herkes yorumlayabilir ve yazarlarının kötü niyetinden şüphelenebilir. Ancak, Sartre’ın kendi ifadelerinden ve düzenlenmiş yazılarından da şüphe edebiliriz. Samimiyet sorusunu gündeme getiriyorsunuz ama Sartre bu değeri ısrarla reddediyordu. Benzer şekilde, Heidegger için çok değerli olan otantiklik kavramı, bunun yerine otantik olmayan davranışları tanımlayan Sartre tarafından sürekli olarak tartışılmaktaydı. Acaba Sartre hangi metinlerde diğerlerine kıyasla daha “samimi” olabilir? Söylemek mümkün değil.
‘HER BİYOGRAFİ BİR SEÇİMDİR’
Fatma Sıla Sandal: Alternatif bir biyografi ortaya çıkarmak, mevcut erişilebilir kaynaklar ile pek de mümkün değil. ‘Bambaşka Bir Sartre’ı yarattığınız süreçte erişmekte en fazla zorlandığınız kaynak hangisiydi?
Her biyografi aslında bir seçimdir ve biyografi yazarının hayatı nasıl tanımladığına bağlıdır. Bazı yönlerini vurgulayıp diğerlerini ihmal etmeyi seçebilirsiniz. Sartre’ı piyanoda gösteren bir video keşfettiğimden beri, yazarın kendi halinden “farklı bir Sartre” olduğunu seziyorum. Le toucher des philosophes’u Sartre’ın müzik pratiğinin bize ne öğrettiğini araştırmak için yazdım. Sonra yavaş yavaş yeni arşivler keşfettim, yazılı, işitsel ve görsel, bu da ‘Bambaşka Bir Sartre’ı yazmamı sağladı. Arlette Elkaïm-Sartre sayesinde bu belgelere ulaştım ama onun Sartre ile yazışmalarına ulaşamadım.
Ulaş Bager Aldemir: Sartre’ın fazlasıyla angaje görünmesinin sebebi neydi? Franz Fanon’la olanları düşünürsek, Sartre’ın bir çeşit suçluluk hissettiğini söyleyebilir miyiz? Öte yandan “Sartre iki yüzlü değildi,” diyorsunuz. Fakat Lena’ya yazdıklarından bir ölçüde iki yüzlü olduğu sonucu çıkmaz mı? Sovyetler’e yaklaşımında örneğin, hiç mi riyakarlık yoktu?
Sartre, savaş deneyiminin kendisine kolektif varoluşu ve toplumsal bağlılık ihtiyacını keşfettirdiğini söylemiştir ve ancak savaştan sonra kendini adamış ve adanmış entelektüel teorisini geliştirmiştir. Savaş sonrası siyasi mücadelelere katılımının ardındaki itici güç şüphesiz ki hissettiği suçluluk duygusuydu. Kendisini burjuva olduğu için açıkça, Fransa’nın Nazi işgaline direnmediği için de dolaylı olarak suçlu hissetmiştir. Ancak Sartre kendi çıkarlarının peşinden giden sinik veya riyakâr bir insan değildir. O da herkes gibi çelişkileriyle yaşamaktadır. Le Génie du Mensonge’da filozofların söyledikleri ile gerçekte yaşadıkları arasındaki tutarsızlıkları inceledim. Rousseau, Kierkegaard, Beauvoir, Foucault ya da Deleuze ile karşılaştırıldığında, Sartre diğerlerinden daha çelişkili değildir. Kendisini, doğru olduğuna inandığı siyasi davaların hizmetine adamıştır. Bu durum, bazen çok yüksek sesle bağırmasına ya da tam tersine, SSCB veya Çin’de olduğu gibi, gördükleri karşısında sessiz kalmasına yol açmıştır.
‘SARTRE’IN KENDİNE AİT BİR TARZI YOKTUR’
Fatma Sıla Sandal: Farklı insanlarla farklı dil oyunları yaratmak, ikili iletişimin olmazsa olmazı. Sartre’ın kişiden kişiye değişen üslubu, sizce sadece iyi anlaşmak için kullandığı bir dil oyunu mu yoksa karşıdakini etkilemek için özellikle tercih edilmiş bir taktik mi?
Harika bir soru sordunuz. Sartre’ın kendine ait bir tarzı yoktur. Tarzını, kendisine ilham veren yazarlara (Husserl, Heidegger, Dos Passos, Giraudoux…) bağlı olarak sık sık değiştirir. Birçok tarzda yazabilir; ‘Sözcükler’i yazmak için klasik düzyazıyı, mektuplarında turistik betimlemeleri benimseyebilir ya da Fanon’a önsöz yazmak için şiddetli bir (Celine tarzı?!) dil kullanabilir. Yazışmalarına bakarsak, üslubunu muhataplarına göre değiştirdiğini görürüz. Ancak Sartre’ın arkadaşlarıyla, özellikle de kadınlarla farklı ilişkiler kurduğunu, dilini ve düşüncelerini uyarladığını anlamalıyız. Her kadınla aynı duyguları, cinselliği ya da hobileri paylaşmamıştır. Sartre’da “çoklu kişilik” benzeri bir hal vardır.
Fatma Sıla Sandal: Bambaşka olmayan bir Sartre için de bir üslup ve ideoloji farklılığından söz ediyoruz. Özellikle ‘Varlık ve Hiçlik’i yazan Sartre ile ‘Diyalektik Aklın Eleştirisi’ni yazan Sartre, iki farklı karakter gibi varsayılıyor çoğunlukla. Sizin kitapta işlediğiniz bambaşka Sartre, sizce hangi döneme daha yakın?
Bundan uzun zaman önce, öğrenciyken doktora tezimi Sartre’ın felsefi çalışmaları üzerine yazmıştım. Düşüncesinin sürekliliğini ve metaforların ‘Varlık ve Hiçlik’ten ‘Diyalektik Aklın Eleştirisi’ne kavramsal geçişteki rolünü göstermek istedim. Bugün olsa Sartre’ı Sartre’cı bir şekilde okumazdım. Birlik ve tutarlılık aramak yanıltıcı olabilir. Yazarken süreksizliği kabul etmek ve karşılaşmaların, değişimlerin ve psikolojik motivasyonların rolünü anlamak gerekir. Çoklu ve bölünmüş Sartre, bir döneme ya da diğerine daha yakın değildir. Başından beri, Husserl ve Marx gibi diğerlerini vampirleştirerek başkalaşmaya açıktır.
‘ONUN SAYESİNDE OKUMAYI VE DÜŞÜNMEYİ ÖĞRENDİM’
Ulaş Bager Aldemir: Sartre’ın değişken benliğine dair yazdıklarınızı okurken önce rahatsız olmuştum ama zamanla “rüzgardan yapılmış” bu büyük düşünürün yaşadığı cereyanlara hayran kaldım. O, ilk gençliğimden beri benim için bir idol. Sizce bütün çelişkilerine rağmen Sartre çarpıcılığından neden hiçbir şey kaybetmiyor? Yoksa onu çarpıcı kılan tam da bu çelişkiler mi?
O benim için de bir idoldü. Onun sayesinde okumayı ve düşünmeyi öğrendim. Ancak onun rüzgarın tarafında olduğunu ve hafifliğe, mizaha, müziğe ve hayal kurmaya ilgi duyduğunu keşfetmek, onu benim için daha da sempatik hale getirdi. Belirli teorik ya da siyasi pozisyonları nedeniyle kendisine yöneltilebilecek tüm meşru eleştirilere rağmen, olağanüstü protean bir karakter olmaya devam ediyor. Onu bugün tasvir edildiği kurşuni heykelden kurtarmak istedim.
Ulaş Bager Aldemir: Sartre’ın “yerleşik bir göçebe” olduğunu söylemişsiniz. Gezgin bir filozof ama aynı zamanda rutinler yaratıyor ve yerleşiyor. Panta Rhei’nin Semper Eadem’le sentezlenmesi diyebilir miyiz buna?
Yerleşik filozoflar ve göçebe filozoflar vardır. Sartre ikincilerden biridir ama onun da rutinleri vardır. Yinelenen yapılar hem yazılarında hem de yaşamında belirgindir. Bunları bir döngü ile göstermeye çalışmış olabilir; tarihin girdabına kapılmış tekil projeleri somutlaştıran, sürekli yön değiştiren bir bütünlük.
Ulaş Bager Aldemir: Sartre’ın aşklarına dair yazdıklarınızı okurken onun en çok da aşıkken kendisi olduğunu düşündüm, ne dersiniz?
O, aşk ilişkilerini büyük bir yoğunlukla yaşadı. Yazışmalarının genişliği, aşkın hayatının önemli bir parçası olduğunu göstermektedir. Lena’ya yazdığı mektuplar onun büyük tutkusuna tanıklık eder. Aynı zamanda kıskançlık ve maceradan oluşan birçok karmaşık ilişkiyle de uğraşmak zorunda kalmıştır. Şeffaflık entelektüel bir hedef olsa da sevgilileriyle olan samimi ilişkilerinde uyguladığı bir yöntem değildi.
Ulaş Bager Aldemir: Arlette Elkaim’in arşivinde çalışmak nasıl bir deneyimdi? O günlere dair en çok neleri hatırlıyorsunuz?
Özellikle Arlette ile yaptığım konuşmaları hatırlıyorum. Onun aracılığıyla Sartre’a yakınlaşmak ve hayatının temel katmalarına erişmek olağanüstüydü. Arlette kendini tamamen Sartre’ın mirasına adamıştı ve misyonu Sartre’ın çalışmalarını mutlak bir sadakatle aktarmaktı.
Ulaş Bager Aldemir: Bizim de bir entelektüel tarih ekibimiz var. Dolayısıyla çalışmanız bizim için de yol gösterici örneklerden biri. Bu nedenle yeri gelmişken sormak isterim: Entelektüel biyografi ve kültürel bellek çalışmalarıyla ilgilenenlere neler önerirsiniz?
Bağımsız olmayı ve yorumcular ya da bizzat aktörler tarafından söylenenleri körü körüne takip etmemeyi, ayrıca idealizme karşı dikkatli olmayı ve soyut fikirlere çok fazla ayrıcalık tanımamayı tavsiye ederim. Tarihsel perspektifimizi genişletmeli ve düşünceyi motive edebilecek ve etkileyebilecek her şeyi anlamalıyız. Bir düşünür asla yalnız değildir. Fransa’da felsefe öğretimi felsefi olmayan şeyleri dışlıyor ve ne yazık ki tarihin düşünmedeki rolünü anlamıyor. Ayrıca yazarların para ve cinsellikle ilişkisi gibi önemsiz ve kişisel konulara açık fikirlilikle yaklaşılmasını tavsiye ederim. En soyut entelektüel yaratımları bile neyin motive ettiğini anlamak için psişik yaklaşımları tavsiye ederim. Son olarak, daha önceki tavsiyelerim de dahil olmak üzere tavsiyelere uyulmamasını, kişinin kendi sezgilerine güvenmesini ve başkalarının hayatlarını temsil etmeye niyetlendiğimizde “hayat” dediğimiz şeyi yeniden düşünmek için keşfedilmemiş yollara girmesini tavsiye ederim.
Çeviren: Erdem Deniz Küçükkaraca
(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)